HÜRREM İLE AŞKI / LOVE WİTH HÜRREM
HÜRREM İLE AŞKI
Yazan: Doç. Dr. Hüseyin GÜL
Gölçayır Köyü’nde hemen herkesle sırdaş idim. Birinin
dediğini diğer kişilere aktarmazdım. Hele de bir kişi özel bir sırrını
söylediyse başkalarına asla ve katta anlatmazdım.
Artık aradan kırk yıl geçti. Bazı sırları yazmamın sakıncası
olmadığı kanısındayım. Öyle benimle mezara kadar gidecek sırlar da olmadı
Gölçayır Köyü’ndeki anılarımdan...
Hürrem Örs ile akran idik. Çok iyi arkadaştık aynı zamanda.
Karşılıklı aşklarımızdan söz ederdik. Köyde bu konuştuklarımızın duyulması ise
çok yadırganır bir durumdu. O nedenle de sır olarak aramızda söyler ve aramızda
saklardık.
Hürrem, bir akşam titrek ve heyecanlı bir biçimde kaldığım
lojmana geldi. Sigara içmezdi Hürrem. Korku ve heyecan dolu hali geçsin diye
bir bardak su verdim. Bir de Samsun sigarası uzattım kendisine. Hayatında ilk
kez sigara içiyordu Hürrem. Baş başa birlikte sigara içtik. Elleri titriyor,
gözleri fal taşı misali açılıyor, heyecanlı bir biçimde:
‘Hocam, bir şey anlatacağım sana, ama kimseye söyleme’ dedi.
Kendisine ‘söz verdim, kimseye anlatmayacağımın’ güvencesini verdim.
Konuşurken soluğunu bile almaktan zorlanıyordu. Neredeyse boğulacak
haldeydi Hürrem... Sakin olmasını ve anlatmasını istedim. Hem suyunu hem de
sigara küllüğünü aldı yanına. Acemice sigarasını püfürdedi.
Masada karşı karşıya oturduk, başladı utangaç bir yüz
ifadesiyle anlatmaya:
-‘Köyden bir kız seviyorum’ dedi.
- ‘Kim bu yenge adayımız?’ dedim.
Devam etti:
-Bir kız seviyorum dünyalar güzeli. Gördüğümde bile elim
ayağım tutuluyor. Dilim bağlanıyor. Hiçbir şey ne söyleyebiliyor, ne de
anlatabiliyorum kendisine. Sadece keskin bakışlarla kendisine bakıyorum. Bazen
de göz göze geliyoruz. Ama yine de kafamı önüme eğiyorum gördüğümde. O da ben
de bakmıyor gibi yapıyoruz. Ancak, öyle bir an oluyor ki, bir anda ikimiz de
göz göze geliyoruz. Ben O’nu seviyorum. Tahminimce O da beni seviyor.
-‘Bakışmakla sevdiğini nasıl bileceksin Hürrem?’ dedim.
-‘Ben tahmin ederim Hocam’ dedi.
-‘Peki, kimin kızı bu yenge adayımız?’ dedim.
-‘Şahabettin Amca’nın kızı (Şahabettin Örs). Vallahi bilse
kızını sevdiğimi, öldürür beni. Yaşatmaz vallahi.
-Neden öldürsün Hürrem? Seninkisi tamamen içten gelen bir
sevgi. Sende olan bu sevginin kimseye zararı olmaz ki? Sendeki bu duygu temiz
ve doğal bir duygu. Hatta ‘bir mektup yaz, iliştir yenge adayımızın eline ver’
dedim.
-‘Hocam öldürtecek misin beni’ dedi.
-‘Olur mu? Kız sevmiyorsa sana sevmediğini yazar, ya da sana
bir daha bakmaz’ dedim.
Biraz ikna olur gibi oldu Hürrem…
Dalgın ve düşünceliydi, âşıktı Hürrem Arkadaşım…
Hürrem’in duvar ustalığı konusunda yetenekleri vardı. Köyde
duvarları yıkılanların duvarını onarır, ev planı çizer, duvar örmesini ve çatı bağlamasını
iyi bilirdi. ‘Usta’ biriydi Hürrem. ‘Hürrem Usta’ diye de anılırdı köyde.
Şahabettin Amca, evine ek oda yaptırıyordu Hürrem’e. Her ne
kadar Şahabettin herkesle güler yüzlü konuşsa da Hürrem’e karşı biraz daha sert
ve emir verircesine konuşurdu. Bu yüzden de korkardı Hürrem Şahabettin
Amca’dan.
Gündüz Şahabettin Amcanın evinde çalışan Hürrem Usta, akşamları
ise yanıma uğrar, Şahabettin’in kızı ile olan maceralarını anlatırdı:
- ‘Hocam yine göz göze geldik kızla’, ‘çay yaptı getirdi’,
‘kızı görebilmek için mahsustan su istiyorum ki, kendisini göreyim’, ‘bugün
bana kete yapmış. Çay ile yedim keteyi.
Çok da güzel kete yaparmış’… Der dururdu Hürrem.
Hürrem’i çok dinledim. Hepsi aramızda kaldı o yıllarda.
İki gün sonra tayinim çıktı Malatya’ya…
Bir somya, bir likit tüp ve valizimi Şahabettin Amca’nın
minibüsüne yükleyerek ayrıldım Gölçayır Köyü’nden bir bahar sabahı…
İçimden ‘İnşallah Şahabettin Amca bir güçlük çıkarmaz
arkadaşım Hürrem’e’ diye söylendim…
Bir daha da Gölçayır Köyüne uğramadım.
******
17 Ağustos 1999 depremini Kocaeli’nde yaşadım. Ölümden
kurtulmuştum. Yirmi bin dolayında kişi ölmüştü Kocaeli depreminde. Hürrem’in de
Kocaeli’nde olduğunu öğrenmiştim. Kocaeli’nde insanlar birbirlerini ‘sağ mısın,
ölü müsün?’ diye aradıkları bir dönemdi. Öylesi bir ortamda yani depremin
ertesi günü Kocaeli ili Telefon Rehberinde Hürrem’i buldum. Aradım. Sağ
olduğunu öğrendim. Ama bir ‘yeğenini kaybettiğini ve üzgün olduğunu’ söyledi.
Beklemeden arabama bindim, doğru Hürrem’in verdiği adrese
gittim. Hürrem’in bulunduğu mahalledeki kahvede oturanlara Hürrem’in evini
sordum. Genç birisi:
- ‘Benim eniştem olur Hürrem’ dedi.
-‘Peki, sen kimsin’ dedim?
-‘Şahabettin Örs’ün oğlu Saffet’…
Hürrem ile yirmi bir yıl sonra buluşmuştuk.
Sevinsem miydim, üzülsem miydim?!..
Not: Bu makalenin
tamamı yazarın kendisine aittir… Alıntı bir makale değildir. Unvan, ismim ve
soy ismim yazılmak kaydıyla paylaşılabilir…
LOVE WITH HÜRREM
Written by Assoc. Prof. Dr. Hüseyin GÜL
In the village of Gölçayır, I was a confidant to almost everyone. I never passed along what one person told me to another. Especially if someone shared a private secret—it remained just that: private.
Forty years have passed since then. I believe it’s now harmless to share certain secrets. None of the memories I carry from Gölçayır were of the sort I’d take to my grave.
Hürrem Örs and I were the same age—very close friends, in fact. We would speak of our loves and longings. In our village, such conversations were considered highly improper if made public. That’s why we kept them strictly between us.
One evening, Hürrem came to the teachers’ lodge where I was staying. He was trembling, visibly shaken. Hürrem didn’t smoke, but to calm his nerves, I offered him a glass of water—and a Samsun cigarette. He lit it with awkward hands; it was the first cigarette he’d ever smoked. We sat across from each other, quietly smoking.
His hands still shook. His eyes were wide, darting nervously.
“Teacher,” he said, “I need to tell you something—but promise me you won’t tell anyone.”
I gave him my word.
He struggled even to breathe while speaking. It was as if he might choke on his own emotions. I urged him to relax and simply speak. He took the water and placed the ashtray nearby. After another clumsy puff, he began—face flushed, voice uncertain:
“I’m in love with a girl from the village.”
“Oh? Who’s the lucky bride-to-be?” I asked.
“I love a girl who’s stunningly beautiful. When I see her, my body freezes. My tongue fails me. I can’t speak—I can’t even describe how I feel. I just stare at her with longing. Sometimes, our eyes meet. But even then, I look down. We both pretend we’re not looking. But there are these moments when our eyes catch, as if by fate. I love her. And I think... she might love me too.”
“How can you be sure, just from a glance?” I asked.
“I can feel it, Teacher,” he said. “I just know.”
“Whose daughter is this mystery girl?” I asked.
“She’s the daughter of Uncle Şahabettin—Şahabettin Örs. If he knew I loved her, he’d kill me. I swear he would.”
“Why would he do that, Hürrem? What you feel is pure, honest love. There's nothing harmful in it. What you carry inside you is something sacred. Write her a letter. Slip it into her hand,” I suggested.
“You trying to get me killed, Teacher?” he said, half-joking but fully terrified.
“Of course not. If she doesn’t return your feelings, she’ll simply write you back, or she’ll never look your way again,” I said.
He seemed somewhat convinced...
Hürrem, my dear friend, was truly in love.
He was also a skilled stonemason. In the village, he would repair broken walls, draw up house plans, lay stone, and even construct rooftops. He was a master in his craft—known as Hürrem Usta.
Uncle Şahabettin was having an extra room added to his house. Though he was generally cheerful and kind with others, he spoke to Hürrem in a colder, more commanding tone. And so, Hürrem feared him.
By day, Hürrem worked on Şahabettin’s house. By night, he came to visit me—sharing the latest developments in his silent romance with Şahabettin’s daughter:
“Teacher, we made eye contact again today,”
“She brought me tea,”
“I ask for water on purpose, just to see her,”
“She made me kete today. I had it with tea—it was delicious. She’s good at baking…”
So many nights I listened to him. And all of it stayed just between us.
Two days later, I received word of my reassignment—to Malatya.
I packed my belongings: a metal bed frame, a gas stove, and a suitcase. We loaded them into Uncle Şahabettin’s minibus. It was a spring morning when I left Gölçayır.
Silently, I hoped: Please, may Uncle Şahabettin never make life difficult for my friend Hürrem...
I never returned to Gölçayır again.
I lived through the August 17, 1999 earthquake in Kocaeli. I narrowly escaped death. Around twenty thousand people perished in that quake. I had heard that Hürrem was also living in Kocaeli.
In those days after the disaster, people searched desperately for their loved ones, asking: “Are you alive? Did you make it?” Amid that chaos, I found his name in the Kocaeli telephone directory and called.
He was alive—but had lost a nephew. He was grieving.
Without hesitation, I got in my car and drove to the address he gave me. At a local coffeehouse in his neighborhood, I asked around for his house. A young man said:
“He’s my uncle—Hürrem.”
“And who are you?” I asked.
“I’m Saffet, son of Şahabettin Örs.”
Twenty-one years later, I had reunited with Hürrem.
Should I have rejoiced—or mourned?
Note: This article belongs solely to the author. It is not a copied or sourced article. It may be shared, provided my title, name, and surname are clearly credited.
Yorumlar
Yorum Gönder